25 Mayıs 2016 Çarşamba

Acılara Gülümseyebilen İnsanlar: Meyxana Sanatkarları

             Meyxana... 20. yüzyılın başında Sovyet işgaliyle birlikte zindana atılan Bakülülerin zindanda ürettikleri ve halka yayılan nadide sanat. Geçmişi acılarla dolu. Stalin döneminde sokak aralarında gençlerin Sovyet polisinden köşe bucak saklanarak icra ettikleri, radyo ve sonrasında televizyonlarda yayınlanması yasak olan bir kimlik savaşımı aslında. 1969 yılında "Stalin yoldaş" güzellemesi yapılan Azerbaycan filmi "Bizim Cəbiş Müəllim"de yer alan meyxana sahnesi hayret vericidir. Çünkü o dönemde meyxana kesinlikle yasaktır. Söyleyenler sürgün veya hapsedilmekte, yahut bir şekilde ortadan kaybedilmektedirler. Filmdeki şiddetli Sovyet propagandasının içine yerleştirildiği için ses etmemişler olsa gerek. Ne de olsa filmdeki meyxanacı gençlerin tamamı "komünist" ve "Stalinperest" idi. Bizimkiler akıllılık edip yasağı delmenin yolunu bulmuşlar. Ama başka bir filmde daha göremeyiz. Mazallah milli ruhu uyandırabilirdi! Stalin tarafından yaratıldığı dikte edilerek okullarda beyni yıkanan Türk çocuklarının durumunu izlemeye yüreğim ve sinirlerim dayanmadığı için, baygınlık geçirmeden kapatmıştım. Arşivimde duruyor ama hala tam izleyemedim.

          Akla hayale gelmedik eziyetlerden sonra bir de 20 Ocak 1990 Bakü soykırımı, yani "Qanlı Yanvar" vahşeti bütün Bakülüleri ve Azerbaycan'ın her şehrinden soydaşımızı mahvetmişti. Bu ahval ve şeraitte meyxana sanatkarları halkın acılarını anlatmaya devam ettiler. Məşədibaba, Elçin, Kərim, Ağasəlim gibi üstadlar, yığıncaklarda bu vahşeti anlatıyorlar ve halkın moralini yüksek tutmak için deyişmelerde kahramanlığın yanı sıra eğlenceli konulara da değiniyorlardı. Kan kusup, kızılcık şerbeti içtiklerini söylüyorlardı. Vahşi Stalin'in susturamadığı meyxanacıları kıçı kırık Gorbaçov mu susturabilecekti? Kimisinin komşusu, kimisinin akrabası, kimisinin aile dostu Yanvar soykırımında şehit edilmiş, fakat ne olursa olsun susmamışlardı. Düşmanı yiğitlikle ve dudaklarından eksik etmedikleri tebessümle alt edebileceklerine inanmışlardı. Nitekim 20 Ocak ile alevlenen isyan tüm Azerbaycan'ı sarmış ve 18 Ekim 1991'de Moskof zincirini kıran Azerbaycan, resmen bağımsız olmuştu.

           Meyxanacıların işi artık daha kolaydı. Özgür bir devlette çekinmeden, tutuklanma endişesi yaşamadan istedikleri konuda deyişmeye devam edeceklerdi. Ama Azerbaycan'ın şansı yaver gitmiyordu. Ahalisinin tamamı Türk olan Hocalı'yı korkunç günler bekliyordu. Sadece Hocalı mı? Kelbecer, Şuşa, Ağdam, Laçın, Zengilan, Fuzuli... Bütün Karabağ'da Ermeni ve Rus zulmü başlıyordu. Karabağ'ın diğer şehirlerle bağlantısı kesilmiş, halk çaresizce bekliyordu. Meyxana sanatkarları yine milli ruhu uyandırmada,  halka moral vermede ön saftaydılar. Titanik batarken panik içinde koşturan insanlara moral vermek için durmadan çalan kemancılar gibi... Şu an ah vah edip ağlayabiliyoruz belki. Ama o şartlarda o insanların ağlama ve depresyona girip kendilerini eve hapsetme lüksleri yoktu. İnsan acıyı sıcağıyla tam hissetmiyor. Her şey bittikten sonra o keskin acı başlıyor. Karabağlı meyxanacılar gibi, Gafanlı (Günümüzde sözde ermenistan sınırı içindeki Türk şehri, Revan Hanlığı arazisindedir) meyxanacılar gibi. Onlar hala işgal altında bulunan vatan topraklarının derdiyle boğuşuyorlar. Her gün gülmek, birilerini güldürmek çok zor iş. Ama soykırımın izlerini taşıyan yaralı Azerbaycan halkını güldürebilmek, onlara topraklarımıza tekrar kavuşacağımız umudunu aşılamak, seferberlik çağrısında bulunmak, Azerbaycan ordusunu ve askeri geleneği övmek, düşmandan intikam almanın gerekliliğini vurgulamak, vatanseverliği ve milliyetçiliği diri tutmak gibi ulvi görevleri var onların. Karabağ cephesinde Azerbaycan askerleri ermeni mevzilerini topa tutarken neşeyle meyxana söylüyorlarsa; gülerek Reşad Dağlı, Elşen Xezer, Perviz Bülbüle, Vüqar Yasamal, Aydın Xırdalanlı, Vüqar Bileceri, Cahangeşt Balaxanı gibi sanatkarların dizelerini tekrarlıyorlarsa bu adamlar başarmış demektir.

           Milletimizin morale ihtiyacı var. Evde çocuğuna bakan Türk kadınının, makinaların başında çalışan Türk işçisinin, cephede veya sınırda vatanı koruyan Mehmetçiğin, ilim tahsil etmek için koşturan öğrencinin, devlete hizmet eden memurların... Hepimizin biraz olsun gülümsemeye, dertlerden sıyrılmaya ihtiyacı var. Bu nedenle yüzümüzü güldüren bu şirinlik abidesi adamlara çok şey borçluyuz. Toplumun aksak yanlarını eleştirirken, diğer yandan milletimizin tarihi ve üstün karakterini de övmekten geri durmayan yapıcı insanlar olmaları onların değerini arttırıyor. Kendi milletinden utanıp, kendi ülkesini aşağılayan ve utanmadan o ülkenin ekmeğini yiyen sanatçı müsveddeleri, meyxana sanatkarlarının tırnağı bile olamazlar.

           Acıların ortasında dimdik duran, ajitasyon yapmayan, Türk gururuna sahip bu değerli insanların bir gün Karabağ'da ve Batı Azerbaycan'da kırk gün kırk gece şölen verildiğinde hayatlarının en coşkulu deyişmelerini icra etmelerini canı gönülden diliyorum. Revan'da dünya tatlısı Elşen Xezer'in o sevimli hareketleri ve mimikleriyle şov yaptığını, o güzel sesinin çınladığını görebilir miyiz bilmem ama, görürsem ya çıldırırım ya da ölürüm herhalde. Tanrı o günlere ulaşmayı nasip etsin. Er geç topraklarımızı geri alacağız zaten ama umarım bizler görebiliriz.

          Sizleri "Veten" meyxanasıyla başbaşa bırakıyor ve huzurlarınızdan ayrılıyorum...