15 Temmuz 2015 Çarşamba

Türk Milliyetçiliğini Temsil Eden/Ettiği Düşünülen Sanatçılar/Şarkıcılar

          Artık bu konuya uzunca değinmek gerektiğini düşünüyorum. Türkçüyüm ve bu sanatçılardan sevdiklerim çok azdır. Hatta onlar dışında diğerlerini sanatçı sınıfına sokmam.

          Aşık Sefai, Mustafa Yıldızdoğan, Arif Nazım (Kırım Türküdür), Bozkurt İlham Gencer, Atilla Yılmaz, Ozan Emin ve Kaya Kuzucu en sağlam, donanımlı, kültürlü ve töreye sadık olanlardır. Hasan Sağındık ve Ozan Arif'e de beş bin Türk milliyetçisi şehidimize olan derin bağlılıkları nedeniyle saygı duyarım.

          Aşık Sefai; hayranı olan gençlere edep, erkan ve Türk töresini eserleriyle öğretmiş mümtaz bir şahsiyettir. "Ata Oğuz", "Divan", "Bu Gece", "Türk'ün Türküsü", "Kurban Olduğum", "Azerbaycan Niye Ağlar", "Dağlar" (Mustafa Yıldızdoğan da seslendirmişti) gibi türküleriyle Türk ahlak ve erdemlerini özümsedim, aşık olduğumda da mana aleminden süzülüp aşkı anlatan türkülerini dinledim. Tanrı uzun ve sağlıklı ömürler versin üstada.

           Mustafa Yıldızdoğan için uzun konuşacağım. Kendisi tam bir vefa abidesidir. Üstadları olan Aşık Sefai, Aşık Meydani, Aşık Feymani ve Ozan Arif'i hiçbir zaman unutmaz ve onlara olan minnet duygusunu her fırsatta dile getirir. Boğa burcu olmasının da sadık, vefalı ve ilkeli oluşunda payı olduğunu düşünüyorum. Atsız'ın "Türk Kızı", "Sesleniş", "Sarı Zeybek" gibi şaheserlerini de bestelemiştir. Yumuşak ve berrak bir ses tonu vardır. İlk albümü "Doğuyoruz Ufuklardan", Türk milliyetçiliği için zindanlarda çile çeken, işkence gören ve şehit edilen büyüklerimize ithaf edilmiştir. Bu albümde yer alan "Türk Kalacağız" adlı eserde Yıldızdoğan şöyle der:

"Kırım, Kerkük, Azerbaycan gönlümüzde öç olsa da,
Ne şeref ki Türk doğmuşuz, Türk'üm demek suç olsa da!"

          Hepimizin bildiği ve Yıldızdoğan'ı ünlü yapan "Türkiyem" albümünde yer alan "Önkuzu" adlı eseri sesi titreyerek ve sondaki ağıt kısmında ağlayarak ve feryat ederek söylemesi dikkate değerdir. İlk çıktığı 1989 yılından beri Dursun Önkuzu ve diğer beş bin şehidimize olan derin bağlılığını her fırsatta dile getirmiş ve çizgisinden asla ödün vermemiştir. Hayranıyım ve halen çok beğenerek dinliyorum.

           Bozkurt İlham Gencer; ülkemizi dünyada en iyi temsil eden jazz piyanistlerimizden biridir. Türk milliyetçisidir, "Bozkurt" adını mahkeme kararıyla almıştır. Her ne kadar "En büyük sevdam Turan" dediği için ülkemiz medyasında görmesek de, yurt dışında tanınmaktadır. Türkçü şehitlerimiz için eşi Necla Gencer'in yazdığı "Bozkurtların Başbuğları" adlı marşı bestelemiştir. Oyuncu Bora Gencer de babasının izinde yürümektedir.

          Arif Nazım da Karadeniz'in diğer tarafından, Kırım ve Kafkaslardan esintiler sunar. "Dalgalan Karadeniz", "Şehre Akşam İnende", "Ay Filizi", "Anne Ben Ölüyorum" gibi şarkılarını beğeniyorum.

         Kaya Kuzucu ağabeyimiz de Altaylardan gelmiş bir "kam" gibidir. Hem görünüş, hem tarz olarak yozlaşmamış, Batılılaşmamış ve Araplaşmamış Türk kültürünü yansıtır. Aslında ilahiyatçıdır ve dindar bir Müslümandır. Fakat Tengriciliği de yaşamak ve yaşatmak gerektiğini düşünür ve buna göre davranır. Macaristan'da düzenlenen Turan Kurultayı'nda Türkiye'yi temsil etmişti.

            Ozan Emin Demir ise Zilelidir. Dursun ağabeyimiz için yazıp bestelediği "Ağlama Gül Anne" adlı ağıtla tanınır. "Karabağlıyam" şarkısının bulunduğu albümü Azerbaycan'a ithaf etmiştir. Son derece efendi, ağırbaşlı ve davamıza inanmış, donanımlı bir sanatçıdır. Son albümü "Atsız Nağmeler"de Atsız'ın şiirlerini besteleyip yorumlamıştır.

         Atilla Yılmaz da töreci bir sanatçıdır. Eserlerinde asla saçma sapan kardeşlik, hümanizm mesajları vermez. Aksine Türk ırkına verilen her zararın intikamını almaya teşvik eder. "Gelin Savaşa", "Tanrı Dağı", "Vur", "Çağrı" gibi şarkılarında bu temayı işler. Sesi de çok güzeldir.

            Hasan Sağındık ve Ozan Arif ise; zindanda işkence gören ve şehit edilen Türk milliyetçilerinin örnek hayatlarını, çektikleri acıları ve Turan ülküsü için her zorluğa göğüs germenin önemini anlatan eserler yapmışlardır. "Yusufiyeliler" yahut "Taş Medreseliler" olarak bilinen bu abide şahsiyetlerin izinde yürümemiz gerektiğini biz gençlere öğretmeyi şiar edinmişlerdir.

            Bu kadar övgüden sonra biraz da eleştirmek gerekenleri anlatacağım. Muazzam bir söz yazarı olan Osman Öztunç'tan başlayayım. Tarifi imkansız bir sembolizm anlayışı vardır. "Bahtiyarım", "Hapishane", "Beddua", "Durmuş'un Türküsü", "Susmam Ben", "Eyvah" gibi birçok eserinde şifreli ve kafa yoran bir anlatımı vardır. Akla hayale gelmedik sözcüklerle 80 öncesinde Türk milliyetçilerinin yaşadıklarını anlatır. Anlamını Türk milliyetçileri çözüyor zaten de, Osman Öztunç'un en büyük handikapı: sesinin Ahmet Kaya'ya benzemesidir. Mesela çok naif bir eseri olan "Şahım"ı söylerken sesi yumuşaktır. Ben bazen bilerek sesini Ahmet Kaya'ya benzetmeye çalıştığını düşünüyorum. Bu da bizi solcuların karşısında özenti durumuna düşürüyor ne yazık ki. Osman Öztunç çok sağlam bir söz yazarı ve bestekardır ama iyi bir yorumcu değildir maalesef.

           Ahmet Şafak'a gelelim. İyi bir gazeteci olsa da, ne yazık ki sesi çok kötüdür. Bağırarak şarkı söylemeyi marifet sanmaktadır. "Nevada Semey", "Kırmızı Beyaz Yarim", "Karabağ" ve "Ay Gız" dışında şarkılarını beğenmiyorum. Televizyonda çıktığında kanal değiştiriyorum. Çünkü çok aşırı derecede bağırıyor, hoş değil. Yüksek perdeden okumak; su gibi sesiyle Yıldızdoğan'a yakışır. Söz yazıp, besteleyip Mustafa Yıldızdoğan ve Atilla Yılmaz'a verse de, onlar söyleseler keşke.

              Ali Kınık ise; ocaklı gençlerin çay-sigara tüketirken dinledikleri arabesk şarkıcısıdır. Ülkücü camianın Hakan Taşıyan'ı, Müslüm Gürses'i desek yeridir. Konserine gittiğimde kalbimin üstüne ağır bir kaya koymuşlar gibi hissettim. Kendisini bizzat tanıyan ağabeylerim çok efendi biri olduğunu söylüyorlar. Ama tarzı insanı miskinleştirir. Geçen yıl ağustos ayında gittiğim konserde, olmayan aşkın acısını çektim. Sonunda dayanamayıp çıktım zaten. Karşı cinse bağımlı olmayı telkin eden ve uyuşturan şarkılar söylüyor. Bir Türkçü olarak, bu tarz şarkılar benim gözümde pimi çekilmiş bombadan farksızdır. Milli ruhu şahlandıran marşlar ve koçaklamalar dururken, arabesk dinleyip ruhu zehirlememek gerekir.

           Ozan Erhan Çerkezoğlu'na gelelim. Komünistlerin söylediği "Eftelya" adlı kardeşlik temalı zırvayı güya bize uyarlayıp "Türkistan" yapmış. Bizim buna ihtiyacımız mı var? Bu nasıl bir tatmin aracıdır? Bize ne elin solcusunun Rum kızı güzellemesinden? Yeni şeyler üretemeyecek kadar kısır mıyız ki buna tenezzül edelim? Ayrıca son derece agresif görünüyor. Kendisi çayını içip sigarasını tüttürsün ve hazıra konmaktan da vazgeçsin bence. Çok komik davranışlar bunlar.

             Ve son olarak Ozan Ünsal. Bundan yaklaşık 10 yıl önce Kan Kokusu adlı şarkısıyla tanıdık onu. O şarkı güzeldi evet. Fakat kendisinin ne olduğu, neye hizmet ettiği belli değil. Başlarda Türkçü gibi görünüyordu, sonra ülkücü oldu, sonra BBP'li ve şimdi de tarikatçı olmuş. Görünüm itibariyle El Kaide militanlarından hallice. Şu an Nakşibendi tarikatından sanırım. Gün geçtikçe daha da radikal İslamcı bir kimliğe bürünüyor. İçine dahil olduğu hiçbir grup tarafından benimsenmemesine şaşmamak gerek. Ayrıca Şii Türkler aleyhinde de ağzına geleni söylüyor. Varsın söylesin, Şiiler kendisi gibi farklı mezheplere ve dinlere tahammülsüz insanlar değildirler ve yürüdükleri yoldan şüphe duymadıkları için alınları ak, başları dik yürümektedirler. Kendisine sadece acıyorum, komik bile değil zira.

           Son olarak; Türkçülere dinledikleri şarkıcıları iyi seçmeleri ve her milliyetçi geçinene prim vermemelerini tavsiye ediyorum. Hepsinden bahsetmek uzun sürer. Çok kaliteli fakat az bilinen sanatçılarımız var. Onlara sahip çıkmak yeterli.


2 Temmuz 2015 Perşembe

Türkçü Nesiller Yetiştirmede "Anne" Faktörü

                  Eski bir çocuk şarkısında der ya, "Analar çeker yükü, kimsenin bilesi yok" diye. Ben biliyorum. Sırtında esir Türklerin yükü, kucağında küçücük ben. O'nu öyle iyi anlıyorum ki. Annemle gurur duyuyorum. Tabii babamla da.

                   1990 yılının Kasım ayına gidelim. Annem hamile olduğunu öğrenir öğrenmez kitaplığındaki Türk milliyetçiliği ile ilgili bütün eserleri ortaya koyuyor ve yüksek sesle okumaya başlıyor. Henüz bir çekirdek kadar bile değilim belki. "Bilmez, anlamaz demedim" diyor, "Hissettiğim her şeyi hissedecektin" diye ekliyor. Bu süre zarfında sürekli kahramanlık türküleri ve marşlar dinliyor. "Kür Şad'ın narasıyla indik Tanrı Dağı'ndan" diye haykırarak marş söylüyor. Babam dışında herkes, arkadaşları, akrabalar anlam veremiyorlar bu duruma. Doğmamış çocuğa kitap okunmasına, marş dinletilmesine gülüyorlar. Kendi zavallı hallerine gülsünler! Babam günün çoğunu işte geçirip, akşamları annemin sağlığı ile ilgileniyor. Annemi destekler her konuda sağ olsun.

                 İlk çocukluğum da yine böyle geçti. İstiklal Marşı'nı baştan sona ezberletti annem, sonra Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi... Anlamadığım sözcükleri açıklıyordu. Ayrıca anlamam için Atsız'ın Türk Ülküsü adlı eserini hafifleterek anlatıyordu. 4 yaşında okuma yazmayı öğrendiğim sırada, 70'lerden kalan o güzelim kitap, benim karalamalarımla doluydu. İlk yazılarımı ona yazdığımı anımsıyorum. Aslında alınyazımı yazmışım...

                Dede Korkut hikayeleri, Ergenekon, Göç, Bozkurt, Yaratılış destanları... Büyüyünce Bamsı Beyrek'in kapağındaki Banuçiçek gibi börk takıp, ok atacağımı hayal ediyorum. İlkokul hayatım genelde böyle geçti. Annem bazen ben uyurken bana kitap okurdu. Ziya Gökalp'ten Ala Geyik'i okurken gözleri dolmuştu. "Dedim Turan meleği, / Türk'ün yüce dileği / Yüz milyon Türk bu anda / Seni bekler Turan'da!" Turan! Anlamını sabah olunca sordum. Annem atlası açtı, Dünya Fiziki Haritası sayfasına geldik. "Türkiye bizim devletimiz ama vatanımız Türkiye'den ibaret değil" dedi. Uzun uzun anlattı. Artık kafamda bir şeyler şekillenmeye başlamıştı.

                   Annem beni sıkboğaz etmiyordu elbette. Rapunzel, Pamuk Prenses, Çizmeli Kedi gibi dünya masalları okuyordum, Barbie bebeklerimle oynuyordum. Bilgisayarımda birbirinden zevkli oyunlar da oynuyordum, arkadaşlarımla ip atlıyordum. Drama, piyano ve mandolin kurslarına gidiyordum. Annem çocukluğumu doya doya yaşarken, geleceğe yatırım yapıyordu sadece.

                    Sonraları muhteşem bir sistem oluşturduğunu farkettim. Annem beni Atsız'ın eserleriyle ödüllendirmeye başlamıştı. Yazılılarım iyi geçtiğinde veya karne hediyesi olarak Atsız'ın kitaplarını alıyordu. İlk kez Deli Kurt'u matematik yazılısından 5 aldığım için almıştı. Ben kitabı okuyunca yorumlamamı ve kompozisyon yazmamı istiyor, yazdıklarımı okuyunca sevinçle beni bağrına basıyordu. "Seninle gurur duyuyorum kızım, vatana millete faydalı bir Türk kızı olacaksın" diyor ve bana hayran hayran bakıyordu. Babam da eve geldiğinde aynı şeyleri söylüyordu. Doğru yolda olduğumu, güzel şeyler yaptığımı anlamış oluyordum. Babam da bana Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor ve Ruh Adam'ı armağan etmişti.

                    11 yaşına geldiğimde bu kutsal ülkünün yollarının dikenlerle, taşlarla döşeli olduğunu öğrendim. Mustafa Yıldızdoğan'ın bestelediği Önkuzu'yu dinleyip anneme sorduğumda yüzünün kireç gibi bembeyaz olmasını unutamam. Annem önce kem küm ederek gerçeği gizlese de, sonra o acı olayı öğrendim. 1980 dönemi ve öncesinde şehit edilen ağabey ve ablalarımın hayatlarını okudum. Annem gerçeklerle yüzleşmemi, bu yolun ucunda zindan, ölüm, sürgün olduğunu da göstermek istemişti. Fakat tek taraflı okumamı istemiyordu. Karşı ideolojileri de öğrenmem için muhtelif ideolojilere mensup yazarların kitaplarını da okuttu. Gerçek tekti ve ben gerçeği biliyordum.

                  Türkçü bir annenin Türkçü kızı olduğum için çok şanslıyım. Türk kızlarının çocuk yetiştirme sistemi böyle olmalıdır diye düşünüyorum. Bir gün annem gibi bir anne olacağım.