22 Kasım 2015 Pazar

Zaman Buz Tuttu... (Dursun Önkuzu)



             Kırılma noktaları vardır; bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Hayatlar zindan olur, zaman durur, takvimler daima o günü gösterir. 23 Kasım 1970... 45 yıldır aynı günü yaşayan insanlar var. O kırılma noktası kimleri etkilemedi ki? Atsız, Nejdet Sançar, Emine Işınsu, Galip Erdem, Dündar Taşer, Önkuzu ailesi ve Dursun Önkuzu'yu canından çok seven bizler; kardeşleri, evlatları, talebeleri...

              Atsız'ın "Mustafa İsmet ve Kızıllar" makalesini anımsayalım. Atsız o makalede Süleyman Özmen ve Yusuf İmamoğlu gibi iki kahraman şehit Türkçüden de bahseder, ama konu hep döner, dolaşır ve Önkuzu'ya gelir. Büyük bir depremin enkazıdır o cümleler. Atsız, soğukkanlılığı elden bırakmamaya çalışmış ve yaşadığı o tarifsiz acıyı öfkeyle örtmeye çalışmıştır. Talebesi ve dostu Galip Erdem'i teskin etmeye çalışırken de soğukkanlı davranır, Önkuzu'yu tanıyan insanlara şehadet haberini verirken de. Belki Dursun ağabeyimizi bizzat tanımış olsaydı, onunla görüşmüş olsaydı bu kadar metin olamazdı. Bazen hiç görüşmemiş olmak daha iyi olabiliyor. O melek gibi masum, sevimli yüzü görüp de sakin kalabilmek çok zordur mutlaka.

             Gerçi ben de ağabeyimle birebir oturup konuşamadım yaşım nedeniyle. Ben doğduğumda o şehit olalı 20 yıl olmuştu. Ama o acı içimde biriken zehir gibi. Ömür boyu bununla yaşayacağım, biliyorum. Bir derdim var, bin dermana değişmem. Derdim benim bir parçam ve derdimden çok memnunum. Bazen dayanılmaz oluyor, ölmeyi diliyorum hatta. Ama sonra "Meleğim beni böyle görürse üzülür." deyip, sakinleşiyorum. Çocukken dövünerek ağladığım bir 23 Kasım günü annem şöyle demişti: "Dursun ağabeyini seviyorsan dizlerine ve göğsüne vurmadan ağla. Hıçkırdığını, bağırdığını mutlaka görüyordur. Üzülmesine dayanamayız, değil mi?" O üzülmesin diye yıllardır içime atıyorum, sessizce gözyaşı döküyorum. Bu beni rahatlatmıyor, ama kıyamam O'na.

            Çok üşüyorum, ama yanıyorum da. Tesellim şu ki, "Sensiz geçen 45 yıl" temalı hüzün dolu twitler atılıyor, sözlüklerde Dursun Önkuzu hakkında yazılar yazılıyor, birileri bir yerlerde sessizce gözyaşı döküyor. Yani unutulmuyor. Kimimiz Atsız gibi öfke nöbetleriyle acımızı dışa vuruyoruz, kimimiz Galip Erdem gibi ağlıyoruz. Ama aynı acı, aynı dert, aynı kahır...

           Samiye Oktay, Dursun ağabeyimizin kız kardeşi. Onun küçüğü Kadriye Şahin ve en küçüğü Zübeyde Uzun. Hepsi ağabeylerine layık kardeşler ve biz Türkçü gençlerin anneleri. Kız kardeşlerinin fotoğraflarına veya video görüntülerine baktıkça O'nu görüyorum. Sima olarak da ağabeylerine çok benziyorlar.Bir gün Samiye Hanım'ın elini öpme şerefine erişirsem, O yüze uzun uzun bakacağım. Dursun ağabeyim karşımdaymış gibi gelecek bana, biliyorum. Değerli büyüklerimden Yüksel Yiğit, yıllar önce sanıyorum Erciyes Kurultayı'nda Kadriye Hanım ile el sıkışırken tüylerinin diken diken olduğunu ve o heyecanla ayakta durmakta güçlük çektiğini anlatmıştı. Çok farklı bir duygudur mutlaka.

           Keşke O'nun sahip olduğu bir çöpe, belki elbisesinin ucundan alınmış bir ipliğe sahip olsam derim bazen. O'nun dokunduğu herhangi bir nesne benim olsa da, hasret gidersem. Fikirleriyle, dava adamlığıyla, yiğitliğiyle nam salmış bu kahraman, elbette etten ve kemikten ötesidir. Ama insan canından çok, her şeyden çok sevdiği insana fiziksel olarak da yakın olmak ister. O'na en çok toprağına yüzümü sürerek yakın olabileceğimi bilmek bana acı veriyor.

          Dursun Önkuzu hep 22 yaşında kalacak. Yaşasaydı 67 yaşında olacaktı. Ama ben O'na hep "ağabeyim" diyeceğim. Belki kız kardeşlerine imrendiğim için, belki ağabey özlemi çektiğim için. Ya da sessizce attığım çığlıkları duyabilen tek kişi O olduğu için...

         Yaşasaydı 23 Kasım için acı dolu cümleler kurmayacak, ağlamayacak ve cezasız kalan katillerine lanetler savurup, bağrımıza taş basmayacaktık. Onun yerine, 24 Kasım'da emekli öğretmen, fikir adamı ve yazar Ertuğrul Dursun Önkuzu'nun elini öpüp, O'nu çiçeklere, hediyelere gark edecektik. Yine sevgimizi göstermek için şiirler, yazılar yazacaktık ama yazılarımız turkuaz renkli olacaktı; matem karası değil.

          O bizden çalışmamızı, yükselmemizi, Türk milliyetçiliğini laf ebeliğiyle değil; ilimle, irfanla, sanatla ön plana çıkarmamızı isterdi. O da öyle yapmıştı. Hem mecmualarda yazılar yazmış, hem okuluna devam etmiş, hem de gençlere ücretsiz matematik ve fen kursları vermişti.

         Bize düşen; görevimizi yapmak. Ama yaptığımız her işte Dursun ağabeyimizi anmamız, O'na olan vefa ve minnet borcumuzu da ödememiz gerekiyor. Sadece Dursun ağabeyimize değil, Ruhi Kılıçkıran'dan Fırat Çakıroğlu'na kadar bütün şehitlerimize... Başta Önkuzu ailesi olmak üzere, bütün şehitlerimizin ve Yusufiyelilerin (zindanda çile çekmiş Türk milliyetçilerinin) ailelerine de borçluyuz. Onlara her konuda destek olmak, hiç olmazsa hal hatır sorup, hayır dualarını almak hepimizin görevi. Şehitlerimizden bize yadigar kalan o değerli insanların hepsinin önünde saygıyla ve şükranla eğiliyorum.

2 Kasım 2015 Pazartesi

"Farkhunda" Ekseninde Ortadoğu'da Kadına Bakış



        Farkhunda'nın farkında mısınız? Farkhunda (Ferhunde) cinayetini çoğumuz biliyoruz. Ferhunde Melikzade; 27 yaşında, öğretmen adayı bir Afgan kızıydı. Muska yazıp, insanların dini duygularını sömüren bir mollaya karşı çıkıp: "Böyle şeylerden medet ummanın İslam'da yeri yoktur." dediği için Kur'an-ı Kerim'e hakaret ettiği iftirasıyla sokak ortasında el birliğiyle katledilmişti. Arabayla çiğnendi, taşlandı ve yakıldı. Din adına işlenen bir kadın cinayetinin kurbanı olarak İslam coğrafyasında sembolleşti.

        Suudi Arabistan'ın Vahhabi rejimi de kadınlara ikinci ve hatta üçüncü sınıf insan muamelesi yapıyor. Mısır, Irak ve Suriye de çok farklı değil. Kadınlara diğer şeriat ülkelerinden daha geniş haklar tanıyan ve kadının sosyal, ekonomik ve siyasi hayatta aktif olduğu Şii devlet İran'da dahi kadınlar başlarını yarıdan da olsa örtmek durumundalar. Hz. Ali'nin ev içinde uyguladığı demokrasi, Hz. Fatıma'nın her konuda söz hakkına sahip oluşu, Hz. Ali'nin kızı Hz. Zeynep'e eğitim vermesi ve ona gösterdiği şefkat olmasaydı, o da olmayacaktı. Demokratik ve laik Azerbaycan'da bile; sigara içen, araba kullanan veya boşanmış bir kadınsanız "orospu" damgası sizi bekliyor. Türkiye de freni patlamış kamyon gibi bu baskıcı düzene doğru gidiyor. Bu topraklarda maalesef kadının adı yok.

       Yazının başında bahsettiğim Ferhunde gibi kaç tane kadın yitip gitti bu Ortadoğu çukurunda... Kadın sünneti adı altında sırf erkeğe daha çok zevk versin diye klitorisi çıkarılıp, vajinası daraltılan kaç kız feci şekilde can verdi. Kaç kız çocuğu, 70-80 yaşındaki ihtiyar adamların koynuna "kadın" diye sokuldu... Kaç kadın ekonomik özgürlüğünü elde edemediği için, kocasının işkencelerine boyun eğmek zorunda kaldı... Kaç kadın, erkeğe karşılık vermedi veya ayrılmak istedi diye tecavüze uğrayıp öldürüldü... Üstelik hemen her gün sokaklarda sözlü veya bakışla bile olsa cinsel tacize uğruyor olmamız da cabası...



       İslam coğrafyasının "update" edilmeye ve köklü bir reforma ihtiyacı var. Erkeklerin kadına saygılı olmaları, kadını cinsel obje veya köle olarak görmemeleri ve toplumsal huzur ve refahın sağlanması için iyi eğitilmeleri gerekiyor. "Sen erkeksin, sen yaparsın, aslansın, kaplansın" diye kendilerini üstinsan zannetmeleri yerine, kadınlarla eşit bireyler olduklarını öğrenmeleri gerek. Bu da ilk önce ailede ve okulda alacakları eğitimle mümkün olacak. Kız çocuklarına ise; yasaların bizlere verdiği hakları öğretmek ve ekonomik özgürlük kazanmanın önemini anlatmak gerekiyor. Toplumumuzda ve diğer İslam ülkelerinde "dinsizlik" zannedilen laikliğin elzem olduğunu ve bütün toplumların laikliği içselleştirmelerinin şart olduğunu görmekteyiz. İslam öncesi Türk toplumunda Tenngriciliğin tam anlamıyla yaşandığı dönemde mutlak kadın-erkek eşitliği hakimdi. Fakat Araplaşma ile birlikte, Türklüğe ait değerlerimizi birer birer kaybetmekteyiz.

      Çok yakınımız olmayan erkeklerden korkar hale geldiysek, sokağa çıkarken sürekli arkamıza bakıp "Acaba takip mi ediliyorum?" diye düşünüyorsak, bize aşık olunması gururumuzu okşamak yerine bizi tedirgin ediyorsa; babalarımız, abilerimiz ve güvendiğimiz erkek arkadaşlarımız dışında her XY kromozomlu insanı potansiyel tehlike olarak algılamaya başladıysak, erkeklerin şapkalarını önlerine koyup düşünmeleri gerekiyor. Feminist bir insan değilim, erkek düşmanlığım da yok. Fakat fiziksel veya psikolojik şiddete karşı her iki cinsin de savaş açması gerektiğini düşünüyorum.

      Kadınların farkındalığı ve erkeklerin desteğiyle, içinde yaşadığımız coğrafyayı kadınlar için güvenli hale getirebiliriz.