29 Nisan 2015 Çarşamba

Türk Milliyetçiliğine Sızmaya Çalışan Çaşıtlar ve Fikirleri

               Aslında at izi çoktan beri it izine karışmıştı. Osmanlıcılık, İslamcılık, komünizm ve bilumum zararlı ve dış kaynaklı fikirler, Türk'ün bünyesine zerk edilmeye çalışılıyordu zaten. Fakat nasyonal sosyalizm adı altında komünizm; yani Moskof ve Çin çaşıtlığı yapan Türk Solu ile yancısı TGB de buna tuz biber oldu. Sentezcilik zaten başlı başına uyuşturucu niteliği taşıyan, Türkleri miskinleştirme politikasıdır. Türklük tek başına bütün kuralların, değerlerin, inançların üstündedir. Yanına, yöresine başka kavramlar getirmek gerekmez. Şahsım adına söylüyorum, Müslümanım. Ancak bu yalnızca beni bağlar. Benim ırkım yetersiz değildir ki, Türklüğümü başka kavramlarla sentezlemeye ihtiyaç duyayım!

             Zamanının hızlı Maocularının Türklükten, milliyetçilikten medet ummaları hayli gülünç ve zavallıcadır. Ulu önder Atatürk'ü paravan olarak kullanıp, Türk töresine tamamen zıt fikirlerle yoğrulan; Atatürkçülük ile ilgisi olmayan Kemalizm ve kızıl komünizmin çöktüğünü anlayınca bir yere kapılanma ihtiyacı duyan dinozor fosilleri kendileri çalıp, kendileri oynuyorlar. Sultan Galiyev'in adını dahi bilmeden nasyonal sosyalist olduğunu, hele ki Turancı sosyalist olduğunu iddia etmek aptallıktan başka bir şey değildir. Kaldı ki, nasyonal sosyalizm yabancı kaynaklı bir fikirdir. Bu kadar mı düştünüz? Yazık... Zaten neyse ki fazla taraftar toplayamıyorlar. Yine de uyanık olmak gerek.

            Sentezcilik ise; Türklerin ve bütün Müslümanların birliğini, kardeşliğini savunmaktır. Bu da gülünç ve zavallıca bir fikirdir. Kendini Türk kabul eden herkesi Türk saymak; eşeğin üstüne aslan postu koymak gibidir.  Ya aslan postuna bürünmüş eşeğin kükremesini bekleyecek kadar saf, ya da Türklüğün tanımını ve kapsamını değiştirmeye çalışacak kadar içten pazarlıklıdırlar. "Kültür milliyetçiliği" diye zırvalayıp durmak ve Türk kanı taşımanın önemsiz olduğunu vurgulamak ancak etnik döküntülerin işidir. Türk olmayan biri, üzerinde yaşadığı Türkiye Cumhuriyeti'ne sadıktır diye Türk ilan edip şeref payesi verecek değiliz! "Ne olursan ol yine gel" felsefesiyle milliyetçilik yapılmaz. Bu avam takımının, din simsarlarının ve hümanist denen omurgasızların işidir. Türkçüler Günü'nden "Milliyetçiler Günü" diye bahsetmeye kalkan akıl fukaralarından da başka türlüsü beklenemezdi zaten.

             Son zamanlarda virüs gibi yayılan bir başka zararlı fikir: Avrasyacılık! Mihail Gorbaçov'un ağzıyla konuşan, Türk ve Turan diyemeyen bu yüzsüzler takımı, daha çok üniversitelerde topluluk kurarak yapılanıyorlar. Banu Avar'ın kitaplarından feyz alan(!) avrasyacıların dertlerinin Türk birliği olmadığı aşikâr. Farsi bir millet olan Tacikler' i de Türklük kapsamına almaya çalışan avrasyacı gördü bu gözler! Zaten Avrasya denen coğrafya da muhtelif kavimleri kapsamaktadır. Üniversite gençliğinin uyanık olması şart. Türklükten ve Turan'dan bahseden herkese güvenilmemeli, fakat hiç bahsetmeyen avrasyacılara asla güvenilmemelidir.

             İçimize sızmaya ve bünyemize yerleşip bizi hasta etmeye çalışan bütün parazitlerden ve virüslerden arınmalıyız, arınacağız.

   


       
 
           

           

Yalnızlık Ömür Boyu


                 Bir MFÖ şarkısıdır Yalnızlık Ömür Boyu. Kimi ne kadar seversek sevelim, ne kadar sadık ve vefalı olursak olalım eninde sonunda kendimizle baş başa kalacağımızı anlatır. Yalnızlık paylaşılmaz. Aslında yüksek egolu olmanın en büyük avantajı da, her an yalnız kalmaya hazırlıklı olmaktır. Kendini seven insan, gidenlerin arkasından yas tutmamayı öğrenmiştir. Hayatındaki herkesi serbest bırakır; kalanla hayatına devam eder, gitmek isteyene de "eyvallah" der. Kendine saygısı olan herkes bunu yapar.

               Aslında hiç kimsenin baki olmadığını fark etmekle başlıyor her şey. Aileniz fani, göçüp gidecekler. Aşık oluyorsunuz, bitebiliyor. Evleniyorsunuz, boşanma ihtimaliniz her zaman var. Çocuğunuz oluyor, o da bir gün kendine başka bir hayat kuracak. Dostlarınızın yarı yolda bırakma olasılığı da var. O halde? Bu elbette öyle olmayabilir. Çok mutlu bir aşk hayatınız, evliliğiniz, çocuklarınızla mükemmel bir ilişkiniz ve sadık dostlarınız olabilir. Fakat tabut tek kişiliktir. Eninde sonunda kendimizden başka kimsemiz kalmayacak. Dini inanca sahipsek, sadece Tanrı ile kalacağız.

                Bir şehir efsanesine dönüşen ve aslında Can Yücel'in yazmadığı o meşhur "Bağlanmayacaksın" şiiri bu durumu çok güzel özetliyor. "Bağlanmayacaksın bir şeye öyle körü körüne... O olmazsa yaşayamam demeyeceksin. Demeyeceksin işte; yaşarsın çünkü. Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki!"

               Sadece inandığı, uğruna her şeyi göze alabileceği, her şeyden feragat edebileceği bir davası olmalı insanın. Bu benim için Türkçülükten başka bir şey değildir. Sadece Türk ırkı için, Türklüğün bekası için canımı dişime takarak her zorluğa katlanabilirim ve tek vazgeçilmezim budur. Sosyal Darwinist ve makyavelist bir insan olarak; Turan ülküsü için çalışmaktan başka gayem yok. Değerlerimi ve benliğimi fani olan varlıkların üzerine inşa etmedim. Bu nedenle yanımda yürüyecek insanlar da bu mantıkta olmalılar diye düşünmekteyim. İnsan ilişkilerinde son derece seçici olduğumdan, yalnızlık bende olumsuz bir etki bırakmıyor.  

               Kuru kalabalıktan ve insan görünümlü karikatürlerden sakınmak gerek. Az insanla mutlu olmak sanattır. Huzur gerçekten içimizde...  



           

             

28 Nisan 2015 Salı

Bugünün Masalı = Geleceğin Gerçeği

                       

                      Bir varmış, bir yokmuş... Ahir zaman içinde bir gün, Güneş Ağrı Dağı'nın arkasından sevimli gülümsemesiyle belirip Türk yurdunu aydınlatırken, Azerbaycan bayrağı da sabah rüzgârıyla nazlı nazlı süzülürken Türk çocukları yepyeni bir güne uyanmışlar. Revan'da uzun süren kış sonrası, doğa yeniden canlanmaya başlamakta imiş.

                     Artık Azerbaycan ve Türkiye arasına sözde Ermenistan'dan çekilen dikenli teller kaldırıldığı için, Azerbaycan askerleri Gümrü-Kars sınırında silahsız bir şekilde, vatan türküleri söyleyerek gezmektelermiş. Ortada bariz bir sınır olmadığı için, Revan'daki Türk Kurultayı'na Türkiye üzerinden giden Türkiye ve Balkan Türkleri günün ilk ışıklarında, geride bıraktıkları Ağrı Dağı'nın güzelliğine hayranlıkla bakarak yollarına devam etmişler. Yol boyunca çalışmalar sürmekte; yerleşim birimlerinin adları ve yönlerinin bulunduğu tabelalar Azerbaycan ve Türkiye Türkçelerinde hem Latin, hem de Göktürk alfabesiyle yeniden yazılmakta imiş.

                    Revanlı çocuklar ise neşeyle Türkiye, Kosova ve Gökoğuz (Gagavuz) Yeri plakalı araçların peşinden koşuyorlarmış. Arabalarını durduran yetişkinler, çocukların ellerine "Azerbaycan Milli Bankı - 5 Manat" yazılı (Şu anda da üzerinde Orhun yazıtlarının resmi bulunmaktadır.) paraları tutuşturup, ufaklıkların saçlarını okşadıktan sonra tekrar yollarına devam etmişler. Nevruz için bir an önce Gökçe Gölü'ne ulaşmaları gerekiyormuş. Ah, Gökçe Gölü! Yıllarca Ermenice "Sevan" adının verildiği o güzel gölümüzü işaret eden tabelada "Göyçə Gölü Bu Tərəfdədir - Gökçe Gölü Bu Taraftadır" yazısını gören Türkiye ve Balkan Türkleri sevinç gözyaşları dökerek araçlarından inip, göle doğru koşmuşlar. Hınca hınç bir kalabalık! Türk yurtlarından ırkdaşlarımız hasretle kucaklaşmışlar.

                    Dünya tatlısı Türk çocukları "körebe, saklambaç (Az. Türk. =gizlenpaç), menekşe (Az. Türk. =benövşe), çelik çomak" gibi Türk çocuklarına özgü çocuk oyunlarını oynamakta imişler. Gökoğuz Türkü bir çocukla Saka Türkü bir çocuğun kovalamaca oynamasını kâh gözleri dolarak, kâh gülüşerek izleyen anne-babaların keyfine diyecek yokmuş.

                  Az sonra bütün Türk ülkelerinden askerlerimizin geçit resmi başlamış. Herkes hayranlıkla bu muhteşem töreni izlemeye koyulmuş. Gökçe şehrinde bayram coşkusu sürerken, Revan'da da kutlamalar devam ediyormuş. Sokaklarda dev semeniler, yol kenarlarına dizilen masalarda yer alan süslü honçalar, şehrin biraz uzağında yer alan geniş arazide ayin yapan Tengrici Türkler, Revan'daki tarihi Türk mimari şaheseri Gök Mescit'te şükür namazı kılıp dua eden Müslüman Türkler, Türk bir papazın önderliğinde dua eden Hıristiyan Gökoğuz Türkleri ve Macarlar... Dini ve mezhebi ne olursa olsun bütün Turanlılar bir arada... Ne büyük saadet!

                Ağrı Dağı o gün ilk kez bu kadar mutlu olmuş. Birbirinden sevimli minik sahiplerine; Türk çocuklarına bakıp iç geçirmekte ve ateşin üzerinden atlayanları izlemekteymiş. Artık dertsiz, tasasız, bütün Türk yurtlarının özgürlüğünün kutlandığı bu mutlu gün Güneş'in yavaş yavaş çekilmesiyle son bulurken, gözetleme kulesinde duran bir Azerbaycan askeri "Karabağ Şikestesi"ni mırıldanmaya koyulmuş. Uzakta yükselen bütün Türk devletlerinin bayrakları, akşam rüzgârıyla nazlı nazlı dalgalanırken, birbirine karışan Turan türküleri eşliğinde Ağrı Dağı, asırlık yorgunluğunu atmak üzere, huzur içinde derin bir uykuya dalmış.

14 Nisan 2015 Salı

Börüçala Hasreti

                 
                 
                    Börüçala! Kurt ovası! Sarıkamış'tan önceki toprağım... Her Karapapak türküsünde, hiç duymadığım kokusunu duyduğum şanlı diyar.

                   Esaret nedir, vatansız kalmak nedir bilmeyen ne bilsin? Masal gibi gelir. Borçalısız Borçalılı olmak ne acı! Yalnız bilinmelidir ki, biz Türkler dünyanın en acı çeken milleti olduğumuz halde, acılarımızı duygu sömürüsü aracı olarak kullanmayız. Belki bu nedenle, sırf onulmaz yaramız kanadığı için pek 93 Harbi bahsi geçmez bizim evde. Konusu açıldığında babamın gözleri kin ve öfkeden dolar, sonra derin bir ah çeker, "Artık Türkiyemiz var. Uğruna büyükbabamın büyükbabasının 'Uruslara' esir düşüp işkence gördüğü Kars'ta bayrağımız dalgalanıyor. Buna şükredelim." der.

                  Terekeme milislerine katılıp, Ruslarla, Gürcülerle ve Ermenilerle savaşırken Ruslara esir düşen büyükbabamızın büyükbabası; Taçoğullarından Yakup Bey'in kamasını kutsal bir emanet olarak saklar babam. Haklıdır da. Evin en güzel köşesinde lekeli ve paslanmış gibi görünen, meşin kılıflı kama öylece durur. Dile gelse neler anlatırdı, hangi düşman askerinin bağrına saplandığını söylerdi, kim bilir...

                  Esir göçtük, hür döneceğiz. Bir gün kurtaracağız Gürcü işgalindeki Borçalımızı, Rus işgalindeki Derbendimizi ve Ermeni işgalindeki Revanımızı. Ümidimi ve kinimi hiç yitirmedim, yitirmeyeceğim.

                 Gökbörü'nün çocukları Börüçala'da bayrağımızı mutlaka dalgalandıracaklar!

               

13 Nisan 2015 Pazartesi

Ağrı Dağı'nın Öbür Yüzü



                       Her şey 1988 yılındaki o büyük sürgünle darmadağın oldu. Azerbaycan hanlığı Revan, çoktan tarihin sayfalarında yerini almışken, oradaki Türk varlığı da son günlerini yaşıyordu. 1987'de son Nevruz ve son yeni yıl kutlanmış, Ruslar ve Ermeniler Azerbaycan Türklerini binlerce yıllık topraklarından atmak için onları zorla yurtlarından etmişler, Gence ve Azerbaycan'ın iç bölgelerine sürmüşlerdi. Göçenler kurtulmuş, göçmek istemeyenler hunharca katledilmişlerdi.

                       Bugün Türk toprağı Revan'a Erivan denir oldu. Revan, yıllardır tek bir Türk sesine, bir Türk nefesine hasret; yolumuzu bekliyor.

                               "Kilâb-ı zulme kaldı gezdiğin nazende sahralar,
                                Uyan yâreli şir-i jeyan bu hâb-ı gafletten!" (Namık Kemal)

                     Türk ne zaman bu gaflet uykusundan uyanıp, vatanını hür kılacak? Revan gözü yaşlı, yarasını saracak asıl sahiplerini bekliyor!