29 Mayıs 2015 Cuma

Beklenti Kavramına Bakış

                     Son zamanlarda herkesin dilinde "Beklentilerini düşük tut" veya "Sıfır beklenti mutluluk demek" gibi sözler var. Herkes hayal kırıklıklarını en aza indirgemek için bu yolu seçmiş. İnsan ilişkilerinde bu doğru olabilir, fakat idealler ve hedefler söz konusu olduğunda beklentisizlik miskinliği de beraberinde getirir.

                     İnsan ilişkilerinde düşük beklenti işe yarar. Karşıdaki insanlardan çok büyük şeyler istenmezse ve beklenmezse, sürprizlerle karşılaşıp mutlu olmak daha da kolaylaşır. Hem de bu, hissedilen sevgide çıkar olmadığını gösterir. Çok sevdiğim insanlardan çok fazla şeyler beklemem. Sadece vefa ve ilgi yeterlidir. Geçen gün bir kuyumcunun önünden geçerken, sevgilisine yahut eşine baskıyla künye aldırmaya çalışan bir kadına denk geldim. Oysa elinde bir çiçek vardı. Çiçeği yetersiz bulmuş olacak ki, künyeyi işaret ederek duygu sömürgeni bakışlarla "Bunu istiyorum, layık değil miyim buna" diye trip attı. Birkaç saniye çaktırmadan durup baktım, adam bezmiş bir halde dükkana girdi. Kadın da peşinden tabii. Erkeğin isteyerek almadığı bir hediyenin ne önemi olabilir ki etrafa hava atmaktan başka? Düşünüp çiçek almış, ne güzel. Sevgi, maddi değeri yüksek hediyelerle ölçülecek kadar değersiz bir duygu değildir.  Ayrıca bir insanın karşısındakine verebileceği en güzel hediye, onunla vakit geçirmesidir. Çok sevdiğiniz ve sizi anlayan bir insanla oturup sohbet etmekten daha anlamlı ne olabilir?

                    Vefa ve ilgi dedim az önce. Bu beklenti çok normaldir tabii ki. İnsan sevdiklerine bu kadarını çok görmemeli. Ancak yine de insan ilişkilerinin her türlüsünde beklentiyi düşük tutmakta yarar var. Fakat vatana ve millete hizmet etmek için koyulan bir hedefe ulaşmada beklenti yüksek olmalıdır ki, çalışma azmi ve hırs da fazla olsun.

                   


23 Mayıs 2015 Cumartesi

23 Kasım

               Kasvetli bir kasım sabahı, O'nun fotoğrafını yakama takıp, kahvaltı yapmakta olan annem ve babama şöyle bir bakıp evden çıktım. Başka zaman olsa "Ah kızım ah, yine bir şey yemedin" diye veryansın ederlerdi ama o gün 23 Kasım olduğu için ağızlarını bıçak açmadı. 
                          Arkadaşlarımla camide O'nun için mevlid okutacaktık. Ulu Camii'ye doğru yürürken yolda rastladığım tanıdıklara selam bile vermedim. Aklımda o esnada sadece iki şey vardı: Dursun ağabeyim 44 yıl önce bu gün şehit olmuştu ve Ay Tigin'in doğum günüydü. Elim telefonuma gitti ama ne diyecektim ki? Kuru kuru, boğuk bir ses tonuyla "Doğum günün kutlu olsun Aytekin" mi? Daha neler! Telefonumu tekrar montumun cebine koydum. O gece hiç uyumadığım için gözlerimin altı mor ve yüzüm kireç gibiydi. Arkadaşlarımın yanına geldiğimde hepsi aynı anda "Hasta mısın" dedi. Ruhum hasta, anlayan yok diyemedim. Anlaşılmaya öyle muhtaçtım ki.

                     İmam efendi bir gün öncesinden Kuran okuduğu için fazla bir şey yapmadık. Su, tesbih ve Dursun Önkuzu'nun hayatını anlatan broşürleri dağıttık. Anmaya gelen ve kendini Türkçü sanan kişiliksiz bazı insan müsveddelerinin kakara kikiri gülüşmeleri asabımı bozduğu için derhal onlardan ayrıldım. Bugün Ay Tigin'in doğum günüydü. Neşeli ve sevimli bir şekilde kutlamayı çok istiyordum ama duygularım alınmış gibiydi. Boğazıma kadar doluydum, ağlayamıyordum. Diğer yandan mutluydum, gülemiyordum. Ama sanki hiçbir şey hissetmiyordum. Tuhaf bir duygu.

                    Sokaklarda amaçsızca yürüdüm. İnceden yağmur çiseliyordu. Gök bile ağlıyordu da, ben ağlayamıyordum. İçimden uzun uzun konuştum O'nunla. Derdimi anlattım. Ağlayacağımı anlayınca eve döndüm. Kapıdan içeri girer girmez zemberek gibi boşaldım. Hıçkırıklara boğuldum. Annem üzgündü ama ağlamama seviniyordu. "İçine ata ata hasta olacaksın, bağıra çağıra ağla" dedi. İstediğim gibi ağlayamasam da biraz rahatlamıştım.

                    Ay Tigin'in doğum günüydü. Yazdım O'na sonunda. Ne yazdığımı hiç hatırlamıyorum. Ama olsun, kutlamıştım ya. İstediğim gibi olmadı tabii ki. O dönemde yeni tanıştığımız için üzgün olduğumun farkında olsa da, bu konunun çocukluk travmam olduğunu ve çektiğim acının boyutunu bilmiyordu. Artık biliyor ve her zamanki gibi beni anlıyor. Zaten en ihtiyaç duyduğum şey bu. Anlaşılmak insana değerlilik ve tatmin olmuşluk hissi veriyor. Çoğu kişinin anlam veremediği ve hatta bilmediği bir konuyu sabırla dinleyen ve beni anlayan birinin olması çok güzel.

                      Ay Tigin bilmiyor ama, benim hayallerimden biri, Dursun ağabeyimizin mezarına, Tokat'ın Zile ilçesine birlikte gitmek istiyorum. Ama önce benim tek gidip içimdeki zehiri akıtmam, feryat figan etmem, belki ağıt yakmam lazım. Ruhum azad olunca bu sefer çok keskin ve cayır cayır yakan bir acıyla değil, buruk bir şekilde Ay Tigin ile gitmek istiyorum.

                     Tanrı büyük acılardan sonra bir armağan verir. Mutluyum ve şükrediyorum. Üzerime düşeni yerine getirip, akademisyen olduğum gün, ağabeyim benimle gurur duyacak.

19 Mayıs 2015 Salı

Uykunun Ruh Sağlığı Üzerindeki Etkileri

                 Sağlık alanında öğrenim görmemiş bir insan olsam da, uykunun insanın ruh hali ve duygu durumu üzerindeki etkilerini tecrübelerimden ve araştırmalarımdan az çok biliyorum.

                 İnsan aslında her şeyi rüyada çözer. Sıkıntıları, travmaları, dertleri hep rüyalarına yansır. Ara ara gördüğümüz kabuslar, bizi huzursuz eden olaylar ve hatırlamak istemediğimiz her şeyi rüyada görmemiz bilinçaltı temizliğinden başka bir şey değil. Günlük hayatta bilinçaltına ittiğimiz ve unutmaya çalıştığımız her şeyle uyurken yüzleşiriz. Çok rahatsız edici olsa da, uzun vadede zihnimizin geri dönüşüm kutusunu boşalttığı için yararlı olabilir.

                 Rüya görmek ruh sağlığı için yararlı olduğu gibi, ilahi mesajların da verildiği bir âlem olabilir. Rüya tabirleri de görülen rüyaların anlamını açıklar. İnancım gereği Oniki İmam'ın altıncısı İmam Cafer-i Sadık (a.s) efendimizin rüya ilmine çok güvenirim. İmam Cafer de, yıldız bilimcilerin piri sayılan rüya yorumcusu Hz. Yusuf (a.s) gibi, bu işi profesyonelce yapmış. Bu nedenle piyasadaki sahte medyum ve müneccimlerden medet ummayı yanlış buluyorum. Müneccim sanıldığı gibi safsatalar peşinde koşan değil, "necm" yani yıldız bilimcisi olan kişidir. Ahilikte meslek pirleri arasında müneccim olarak Hz. Yusuf (a.s) da vardır. Fakat bu konularda hassas olunmalı, güvenilir olmayan kaynaklara itibar edilmemelidir. Peygamberimizin torunu, Hz. Fatıma-İmam Ali (a.s) neslinden İmam Cafer'in rüya yorumlarının bulunduğu kaynaklar Türkçe neşredilmiştir.

               Uyku düzeni de rüyalar gibi önemlidir. Çok geç uyumamak ve erken kalkmaya alışmak, insanı zinde tutar. Fakat internet ve sosyal medya bağımlılığı nedeniyle, bizim kuşak uyku sorunları yaşamaktadır. Uykusuzluk ve uyku sorunları, insanı depresyona sürüklemekte ve karamsarlığa itmektedir. Uykusunu alamayan insan; hırçın, tahammülsüz, mutsuz, anksiyeteye açık ve huzursuz olur. Kaliteli bir uyku, insanda yaşama sevinci ve çalışma azmi uyandırır. Uyku sorunları yaşayan insanlar rezene, papatya, ıhlamur gibi çaylar ile süt ve ayran içerek çözüm bulamazlarsa mutlaka bir hekime başvurmalıdırlar.

6 Mayıs 2015 Çarşamba

O Asla Geri Dönmeyecek (Dursun Önkuzu)


                         

                          Gelmeyecek olanı beklemek ne kadar acı. Gelmek istese de gelemeyecek olduğunu bilmek daha da acı. 157 no'lu yataktaki o fotoğrafını, yakın plandan gördüğüm acı dolu yüzünü ömür boyu unutmayacağım. Kırılmış dişlerini, açık ve kan dolmuş ağzını, kilitlenmiş çenesini... Yüzünde hem vakar hem de işkence görürken canı çok yandığı için acı dolu bir ifade var. Bedeni incecik. Yıllardır görmediğim o fotoğraf hep aklımda, hep gözümün önünde.

                         "Müteveffa Ertuğrul Dursun Önkuzu'nun mal varlığı: bir gözlük, bir dolmakalem, bir çift çorap, bir kol saati, bir çift ayakkabı, bir ceket." Bir de kitapları varmış O'nun. Bütün parasını biriktirip kitaplık oluşturmuş kendine. Babası sobacılıkla geçinen Abdullah Önkuzu... O'nun öksüz Türklüğünden, Türk milliyetçiliğinden başka serveti yoktu. O ceketinin üzerinde de komünistler tarafından vurulan, aslen Kerküklü olan şehidimiz Süleyman Özmen'in kanı varmış. Süleyman ağabeyimiz vurulduğunda sırtına alıp hastaneye koşmuş. Zile'ye gittiğinde annesine "Anne sakın bu ceketi yıkama, üstünde şehit kanı var. Ahirette şahitlik edecek" demiş.

                        Bulunduğu yeri çok sevdiğinden şüphem yok. Melek oldu O. Benim gözümde dünyanın en güzel, en masum, en sevimli meleği... Canım ağabeyim benim. O bütün Türk milliyetçilerinin Dursun ağabeyi. Nasıl özlüyorum anlatamam. Hiç görmediğim, konuşmadığım, sesini duymadığım, sarılamadığım insanı ölürcesine özlüyorum. Şu hayatta Atatürk, Atsız, ailem ve birkaç arkadaşımla birlikte en çok, evet en çok sevdiğim insan. Aslında beş bin şehidimizin tamamı aynı değerdedir. Ama çocukluğumu hasretiyle geçirdiğim Önkuzu başkadır. Yastığımda gözyaşlarımın hiç kurumamasının sebebidir.

                       Bir kere görebilmek için neler vermezdim... Bir kez sarılabilmek için, "Ben seni hiçbir dünya telaşına değişmedim, ağabey," diyebilmek için neler vermezdim. Beni sever miydi acaba diye düşünüyorum bazen. O'nu ne kadar çok sevdiğimi bilse yeter bana.

                        Ömür takvimim bittiğinde, Türk ırkına layıkıyla hizmet etmiş bir Türkçü olarak Dursun ağabeyime kavuşmak için çalışacağım. Uğruna yaşadığım ve ölmek istediğim tek servetim Türklüğümden başka bir şey değil. Türkçülüğün kölesi olarak ruhumu teslim ettiğimde, Atsız Ata'nın ve O'nun "Hoş geldin kızım, kutlu olsun" diyecekleri anı sabırsızlıkla bekliyorum.